ENOLA HOLMES

 ENOLA HOLMES



Harry Potter'ın Bellatrix'inin Stranger Things'in Eleven'ının annesi olduğu, The Witcher'daki Witcher'ın Sherlock Holmes'a dönüştüğü yeni müthiş filmimizin adı : Enola Holmes. Bugün size tavsiye edeceğim film 23 Eylül tarihinde Netflix'te izleyiciyle buluştu. Genel olarak 'Sherlock Holmes daha genç ve kadın olsaydı nasıl olurdu' sorusunu cevaplayan filmimizi çok sevdim ve sizinle paylaşmak istedim.

Asıl  Sherloc Holmes'un yaratıcısı karakteri için patent almadığından, bildiğiniz üzere her önüne gelen Sherlock Holmes'un başka bir versiyonunu yazıyor. Enola Holmes da bunlardan biri ve en yenisi. Ancak onu bunlardan ayıran en önemli özellik bu filmde Sherlock'un anlatılmaması. Filmimizde isimden de anlayacağınız üzere Sherlock'un kız kardeşi Enola dikkatleri üzerine çekiyor. Karakteristlik özelliklerini ağabeyinden alan Enola çok cesur ve güçlü bir karakter.


Enola yıllar boyunca annesiyle yalnız yaşamış. Babası öldükten sonra ağabeyleri Sherlock ve Mycroft evi terk edince anne kız baş başa kalıyor ve o malikane gibi evde kendi dünyalarını yaratıyorlar. Ancak Enola'nın 16. doğum günü sabahı annesi bir anda ortadan kayboluyor. Enola da hiç tanımadığı ağabeylerine telgraf çekerek durumu bildiriyor. Ağabeyleri eve varınca Enola'nın yatılı Genç Hanımlar İçin Zarafet Okulu'na gitmesine karar kılıyorlar. Ancak Enola pek de öyle bir kız değil.


Enola kızımız için bilmeniz gereken bir diğer şey ise annesinin kelime oyunlarını çok sevmesi. Dikkat ederseniz Enola adını ters çeviğinizde İngilizce'de yalnız anlamına gelen 'alone' oluyor. Enola'nın annesi de ona o dönemde genç kızlardan beklenen iyi bir eş ve anne olmaktan daha fazlasını, tek başına kendi ayakları üzerinde durmayı öğretiyor. Anlayacağınız filmimizin biraz feminist bir havası var.



Ben filme çok ısındım. Çok samimi bir havası vardı. Kostümler, replikler, mekanlar o dönemi başarılı bir şekilde betimliyordu. Enola'nın arada durup kameraya konuşması, saçma bulduğu şeyleri dile getiriş tarzı sanki filmin içindeymişsiniz gibi hissettiriyor. Gene de filmde sevmediğim bir şeyler var.  Filmin başlarında konu Enola'nın annesini bulması olacak sanıyorsunuz, ama sonra senaryo odak değiştiriyor. Ayrıca normal filmlerde sakin başlanır, ortalarda hızlanır, finalde patlama yapar. Ama Enola Holmes filminde böyle değildi, bir sürü olay oluyor ve öyle beklenilen bir patlama sahnesi yaşanmıyor. Filmin ilk bir saatinde sanki ilerleyen dakikalarda çok aksiyonlu bir şey olacakmış, Enola'nın annesi hakkında çok önemli şeyler yaşanacakmış gibi bir hava olsa da, aslında pek "wow" 'lık  bir şey olmuyor Belki de hikayede aksiyonunu serinin diğer filmlerine saklıyorlardır, bilemem.

Bu kadar yazıp ben de dahil çoğu kişinin filmi izleme sebebi olan, normal hayattaki  tarzıyla otuz altı, gerçekte on altı yaşındaki kızımız Millie Bobby Brown'dan bahsetmemek olmaz. Öncelikle şunu söylemeliyim, rolünün hakkını fazlasıyla vermiş. Hani bazı filmlerde durup "Ya şu karakteri bu değil de şu oynasaydı nasıl olurdu?" dersiniz ya, bunu Enola için söyleyemiyorsunuz. Şahsen ben düşündüğümde o yaş gurubunda Enola'yı Millie'den daha iyi oynayacak birini bulamıyorum. 

Kısacası ben bu filmi kesinlikle öneririm. Bu film için sinemaya gider miydim bilemem, ancak çoğumuzun evde olduğu (en azından olması gerektiği), ve Netflix'in dipsiz kuyularına düştüğü şu günlerde öncelikleriniz arasında olması gereken bir film. 

    Fragmana buradan ulaşabilirsiniz.

AWAY

 AWAY


Selam ;)

Eğer bu blogdaki diğer yazıların bazılarını da olsa okuduysanız uzay içerikli film ve dizilere özel bir ilgim olduğunu fark etmişsinizdir. 'Uzay içerikli tavsiye yazıları'  koleksiyonumuza en yenisi ve bence en güzelini ekliyorum. Away, son zamanlarda çıkan ve çıkar çıkmaz izlediğim bir Netflix orjinal dizisi. Şimdiye kadar izlediğim en iyi orjinal netflix dizilerinde ilk üçe girebilecek bir performansı vardı kendilerinin.

Konusuna gelecek olursak, NASA Mars'ta hayat olduğunu kanıtlayabilmek amacıyla beş astronotu üç yıl sürecek bir görev için seçiyor. Görevin kadrosu da şu şekilde:

-Bir Rus,

-Bir Çinli,

-Bir Hintli,

-Bir Afrika asıllı İngiliz,

-Bir de Türk - şaka şaka, tabi ki Amerikalı

Tahmin edebileceğiniz gibi gurubun komutanı bir Amerikan astronot olan Emma Green. Emma, bu görev için 15 yaşındaki kızını ve Ay'dan Mars'a gitmelerinden bir kaç gün önce felç geçiren kocasını arkasında bırakıp üç yıl sürecek görevin komutanlığını alıyor. Evet, Mars'a Ay aktarmalı gidiyorlar.  Sezon boyunca da Emma'nın ailesine sağ salim dönme mücadelesini izliyoruz.

Gurup içende bölüşmelerin yaşandığı (Çinli ve Rus bir cepe; Emma, komutanlarına güvenen örnek uzay askerleri Hintli ve İngiliz bir cepe), her bölüm ölüm tehlikesi geçirdikleri, ve gene her bölüm geminin bir yerine bir şey olduğu dizimiz on bölümden oluşuyor. Geçmişinde trajik bir şey olduğunu öğrenmediğimiz astronotumuz kalmıyor. Hepsinin geçmişinde önemli bir şeyler olmuş.

Demeden geçemeyeceğim, şu adama başta gıcık kapsam da sonra oturtturduğu repliklerle, alttan alttan gerçek hayata soktuğu laflar ve yaptığı esprilerle gönlümü fethetti.

Ancak önceden belirtmeliyim ki Emma'nın dublajörü insanı fıtık ediyor. Ses tonu öyle farklı ki kadın korkudan titreyerek ağlıyor, ama ses tonu 'Oh Matt çay hazır mı tatlım.' modunda. Aslında çok önemli ve güçlü bir karaktere neden duydukça gülme getirten bir ses vermişler anlamadım. Ne demek istediğimi anlamanız için aşağıya Türkçe dublajlı fragman bırakıyorum. 

Dizi çok sürükleyici, her bölümün sonunda içinizden 'sonraki bölüm' yazan butona basmak geliyor. Ve diğer Netflix orjinal içerikleri gibi sonu yarım, anlaşılmaz bırakılmıyor ikinci sezonu merak edecek şekilde sezon finali yapsa da, sonu beni tatmin etti.

Eğer ilginizi çektiyse fragmana buradan ulaşabilirsiniz.

Eğer bu tarz film ve dizileri seviyorsanız Lost In Space ve Interstellar ilginizi çekebilir.

NEFESİNİ TUT

NEFESİNİ TUT

    Gerim gerim gerilmeye hazır mısınız?

  Don't Breath, Türkçesi ile Nefesini Tut, son zamanlarda izlediğim bir korku/gerilim filmi. Amerikan yapımı film bir sürü ödül kazandı.Ve gerçekten de gerilim konusunda üstüne düşeni fazlasıyla yapan bir film. Öyle ki bazı izleyiciler tarafından son yirmi yılın en iyi amerikan korku filmi olarak kabul ediliyor.

    Filmin konusuna gelirsek,üç tane hırsız arkadaş geceleri kimsenin olmadığı evlere girip para, mücevher gibi şeyleri çalıyorlar. Sıradaki hedefleri de şimdiye kadarkilerden en büyüğü. Öyle ki eğer bunu yaparlarsa memnun olmadıkları hayatlarını geride bırakıp bambaşka yerlerde sıfırdan bir hayat kurmalarına yetecek kadar paraları olacak, bir daha hırsızlık yapmalarına gerek kalmayacak. Başrol kızımız Rocky de küçük kız kardeşini ve kendisini yaşadıkları bu çöplük gibi bir yerden kurtarıp, Los Angeles da yeni bir hayat kurmak için bu soyguna katılıyor. Ve ekip tüm ev sahiplerinin terk ettiği bir mahallede oturan yaşlı, kör ve evinin kasasında 300.000 dolar olan adamın evine giriyorlar. Ancak işler planladıkları gibi gitmiyor. Kör adam evde biri olduğunu anlıyor ve esas karakterlerimizi öldürmeye çalışıyor. Hikaye de başrol kızımızın ve arkadaşlarının bu evden kaçmaya çalışma çabasını anlatıyor.

    Film insanı öyle geriyor ki içinizden en başta ölen çocuk kurtuldu diyorsunuz.(Bu spoiler değildi).Bu blogda daha önce paylaştığım korku/gerilim filmlerinden çok daha pis geriliyorsunuz. Yaşlı adam öyle şeyler yapıyor ki 'acaba kör olmasaydı ne olacaktı?' demeden geçemiyorsunuz.

    Ayrıca film finalde bitmiyor.Yani filmin ikincisi de var.

    Eğer cesaretiniz varsa filmi gece yarısı ışıklar kapalıyken izleyin. Film bitince kapı açık, koridorun ışığı kapalı bir şekilde dişlerinizi fırçalamayı deneyin.Eğer bunu yaparken bir kez bile arkanızdan yaşlı adam veya köpeği geliyor sanmazsanız gelip yorumlarda yazın.😂

    Kısacası,eğer bu tarz filmleri seviyorsanız bu filme de bir bakın derim.

Fragman için buraya tıklayabilirsiniz.

Bu tarz içerikler seviyorsanız The Silence ve Güzelliğin Portresi'ni sevebilirsiniz.


BIOHACKERS

 BIOHACKERS



    Selam! Bugün sizlere son zamanlarda izlediğim bir diziden bahsedeceğim. Başlıktan da anlamış olduğunuz üzere Biohackers dizisi birkaç gün önce bitirdiğim ve çok beğendiğim bir diziydi. 20 Ağustos 2020 tarihinde Netflix'te izleyiciyle bulaşan diziyi pek çok kişi beğenmişti. Almanya'dan çıkma dizimiz Dark'tan sonra Alman yapımı olan dizilere yükseltilen çıtayı (bence) gayet güzel karşıladı. Peki bu Biohackers'ın konusu neymiş, oyuncuları kimmiş, Dark'la kıyaslanınca nasılmış bir bakalım. 





 BIOHACKERS KONUSU

    Dizimizin ilk dakikaları bir tren vagonunda geçiyor. Trendeki çocuk yaşlı farketmeden herkes birden yere yığılıp kalp krizi gibi bir atak geçirmeye başlıyorlar. Tam da o sırada olan biteni anlamak için 2 hafta geriye gidiyor ve hikayeye başlıyoruz. Mia Almanya'nın en prestijli üniversitelerinden birinde tıp fakültesine başlayan bir genç kız. Bu üniversitede çok ünlü ve önemli bir doktor olan Profesör Lorenz'in dersine giriyor. Lorenz onlara tıbbın geleceğinin sentetik biyoloji olduğunu söylüyor. Böylece canlı türlerini değiştirebilir, hatta yaratabilirler. Lorenz'e göre sentetik biyoloji insanı yaratılmıştan yaratıcıya  dönüştürebilir (Bunları nasıl olur da 1. sınıf tıp öğrencilerine ilk hafta anlatıyorlar bende anlamadım). Mia da kısa sürede parlak zekası ve azmiyle Lorenz'in gözüne giriyor ve Lorenz'in sentetik biyolojiyle uğraştığı laboratuvarında çalışmaya ve araştırma yapmaya başlıyor. Uzaktan bakılınca hırslı bir öğrenci gibi görünse de aslında yıllar önce esrarengiz bir şekilde ölen erkek kardeşinin ve hemen ardından gerçekleşen anne babasının kaza süsü verilen ölümünün ardında kalan sır perdesi aralıyor.

OYUNCULAR


    Başrol kızımız Mia Akerlund'u canlandıran Luna Wedler, 21 yaşında İsveç bir oyuncu. Özellikle de Biohackers ile ülkemizde adı duyulunca Miray Daner ve Melisa Şenolsun'a benzetiliyor (Bence ikisine de acayip benziyor). Jasper'ı Adrian Julius Tillman, Jasper'in arkadaşı Niklas'ı ise Thomas Prenn canlandırıyor. Zeki profesörümüz Lorenz'e ise Jessica Schwarts hayat veriyor.

DARK MI? BIOHACKERS MI?         

    Açıkcası ben Dark'ı o kadar da sevmemiştim. Biraz Stranger Things uyarlaması gibi gelmişti. Bu yüzden ilk birkaç bölümü izleyip bırakmıştım. Ancak Biohackers'ı gerçekten çok sevdim. Eğer siz de konunun sakız gibi uzatılmadığı dizileri seviyorsanız Biohacker tam da size göre. Ortalama 40 dakikalık 6 bölümden oluşuyor, 'artık ne olacaksa olsun' deyip izleyiciyi sıkmıyor. 


    Anlayacağınız ben Biohackers dizisini çok sevdim ve sizlerle paylaşmak istedim.Eğer siz de izleyecek yormayan, sıkmayan ama aynı zamanda ne olduğunu açık bir şekilde ifade eden bir şeyler izlemek istiyorsanız bu diziyi beğenebilirsiniz.

Fragman için =  https://www.youtube.com/watch?v=e_DwaoH_E4A